Sepetim (0) Toplam: 0,00
%30
Bin Yapraklı Lotus İnan Çetin

Bin Yapraklı Lotus

Liste Fiyatı : 8,18
İndirimli Fiyat : 5,73
Kazancınız : 2,45
9789750709586
502470
Bin Yapraklı Lotus
Bin Yapraklı Lotus
5.73
Bin Yapraklı Lotus, daha önce İçimizdeki Şato ve İblisname adlı kitaplarını yayınladığımız İnan Çetin'in ilk öykü kitabı. Yayınlandığında ilgiyle karşılanmış bu öyküler, bir yandan İnan Çetin'in sağlam öykücülüğünün ilk örneklerini sergiliyor, bir yandan da ülkesinin, insanının sorunlarını sessizce izleyen ve bunları yazıya aktaran genç bir yazarın kaygılarını işaret ediyor. Bu kitaptaki öyküleri unutamayacaksınız.İnan Çetin'in öyküleri insanı canevinde gören bir derinliğin ürünü; sanırım bu yüzden öykünün bütüncül anlamı yerine, sözcüklerin çoğul anlamlarına dayanıyor. Öykünün bütünü bazen yalnızca kurmacayla oyun oynamaya götürür, onunla yetinir öykücü. Oysa sözcüklerin düzanlamlarının ötesinde görünmeyen anlamlarına, suskuların gizlerine ulaşmaya çalışarak yazmak, insanın derin dünyasına gönderir. Bin Yapraklı Lotus'ta anlamına ve tadına tam varabilmek için yeniden okuma isteği uyandıran öyküler var. SEMİH GÜMÜŞ KİTAPTAN KISA BİR ALINTI:BAKIRISon sesti duyduğu. Bir gök gürlemesi gibi. Bir şimşek gibi öfkeli o sesi hiç unutmadı.II"Bakır! Kerim oğlu Bakır! Yüzü gölgeli, gözleri yaşlı meleğim. Geçti, her şey geçti. Uyan Civanım! Uyan ki, yüreğim intikam hırsıyla zehirlenmesin. Uyan ki, gözlerimden akan yaşlar allara boyanmasın."Eğilip Bakır'ın buz kesmiş yüzünü öptü Şadiye. Sonra, yarı açık göz kapaklarını kapattı Bakır'ın. Kucaklaştı ölümle. Öylece durmuştum. Hiçbir dile gelmez o bakışlarla karşılaşmak... Ne güç!"Kalk Şadiye, kalk güzelim," dedim. İnce, beyaz kolundan tuttum, çekiştirdim. Kalkmadı. Yaralı yavru bir kuş gibi baktı, gözlerindeki ışık büküldü, derin, uzun çizgiler oluştu şakaklarında.IIISavaş sürüyordu, ölü kokardı kan denli ağır ağıtlar. Havadaki nem gibi sinsi korku, ölüm pusuda. Kül rengi saçları okşayan eller kenetlenmiş, gözler sınırsız bir şaşkınlık girdabında. Kırık dökük bir dille söylenenleri yinelemek. Buruk bir soğukluk, küskünlük, usanmışlık ve her ne kadar uzaksa da, umutları besleyen gelecek... Dallardan sarkan meyvelerin altında kül rengi saçların mezarı, birbirimizden gizliyormuşuzcasına iç çekişler. Herkesin benzeşmeye başladığı zamanda, hiçbir değeri olmayan konuşmalar. Allahım, ne günlerdi! Ölçüsüz, savruk sözcükler, dünle yarın arasındaki yaşam, yakarış ve Bakır.İtaat beklemiyordum. Kulak asmasa da olurdu, ama hiç dinlememesine katlanamamıştım. Hiçbir şey değişmeyecekti söylediklerimden ötürü, seziyordum. Var gücümle elmayı duvara fırlatmam ondan kalan bir anı. Başımdan dumanların yükseldiğini görmüş, "Bu şiddet kime? Bana mı, lanet savaşa mı, kendine mi?" demişti. Berbat bir ses, huzursuzluk verici. Ne kadar zaman konuşmadığımızı, göz göze gelmekten ne kadar zaman kaçındığımızı anımsayamıyorum. Rüzgârın uğultusu duyuluyordu yalnız. Olanlarla ilintisiz, kibirli bir öfke çekip götürmek istiyordu beni; karışık ve başına buyruk. Çarçabuk toparlandım; artık öfkeyi bir kenara bırakıp aklı başında bir iki söz söylemek istiyordum. Her şeyi bir düş sanabilirdim, ama iki büklüm oturmuş, bahçenin bitimindeki ceviz ağacına bakıyordu. İri kahverengi gözlerini kısmış, yaşlı bir çocuk gibi."Dinle," dedim, "yılanla kelebeğin hikâyesini anlatacağım sana."Gülümsedi.O zamanlar yılanların kaç yıl yaşadıklarını bilmezdim. Oysa ne çok hikâye dinlemiştim onlarla ilgili."Yılanlar ortalama kaç yıl yaşarlar?" dedim."Bilmem, hiç merak etmedim," dedi.Bir iki kez yutkundum. Baştan savma tavırlarına karşı onu kışkırtacak, ilgisini konuşmama yöneltecek yollar aradım. Yalnızca bu değildi amacım, her fırsatta benimle alay etmesi, üstünlüğünü hissettirmesi gücüme gitmişti. Çocukken onu koruduğum günleri, düşlerimle büyüdüğü zamanları anımsıyordum. Güç olan buydu belki."Yılan bir gün derisini değiştirirken, kelebek onu hayranlıkla izliyormuş," dedim, "kıskanmış. Ben de yenileşmek, ölümsüz olmak isterdim, demiş. Ne kadar yaşıyorsun, diye sormuş yılan. Bir gün, demiş kelebek. Ne güzel, demiş yılan.Şaşırmış kelebek ve uçup gitmiş. Bir yıl sonra, aynı yılan derisini değiştirirken yine bir kelebeğin onu izlediğini görmüş. Bana niçin öyle bakıyorsun, demiş. Uçup gideceğini sanmış, ama kelebek kıpırdamamış yerinden. Yarın artık yokum ben, demiş, senin çaresizliğini görmek yokluğumu kutsuyor.""Ben de babamı öldürenlerin çaresizliğini izlemek istiyorum," dedi.Acımasız bir kahkaha attım. Gerçeğin sonsuzluğa yatkın doğasını değiştireceğini sanan bir budalanın duymak istediklerini seziyordum, ama kolayca söylenecek sözler değildi bunlar. Tanımlayamadığım pek çok duygu gibi denetimsiz, hatta sinsice. İkimiz için de güç bir durumdu. Ben, varlığımı bilincimle ayakta tutmaya çalışırken, Bakır, şeytanca var olmayı reddedip tanrısal küstahlığa saplanmıştı.Babasının öldürülmesinden sonra, kesin inançlar, sadık kalması zorunlu gelenekler, günahlar, sevaplar ya yer değiştirmiş ya da yitmişlerdi. Böyle olduğundan emindim sanki. Hiçliğin ortasında gezinen, gizlice kanına karışan bir zehir yok etmişti karşıtlarını. Korkunç; bir gölge gibi yaşamak! Onu inceledikçe babasından anımsadığım ince, yumuşak çizgileri buluyordum yüzünde. Esmerliğini örten bir korku dolaşıyordu bu çizgilerde.Rahatlatıcı bir şeyler söylemesini bekledim, sabırla. Suskunluğun ardından gelen o haykırışı. Önemsenmenin eteklerine sığınmış iyiliğin fazlalıklarından arınmış Bakır'ı."Zülfü," dedi. Bu dalgın, cılız ses yüzündeki çizgilerden çıktı sandım. Bir yılan gibi tısladı. "Bu savaş bizim savaşımız değil, bizim savaşımız...""Evet, bizim savaşımız...""Bizim savaşımız kendimizle.""Ya Şadiye, o ne olacak?""Aşk bütün bildiklerimi aşıyor," dedi."Öyleyse?..""Kendimden kurtulmalıyım önce."Ne demekti bu? Anlamlı pek çok şeyi bile anlamsızlandıran bu saçma sözler de neyin nesiydi? Bir karıncalanma geçip gitti bedenimden."O ıssız yerde tek başına yaşayarak kendinden kurtulacağını mı sanıyorsun?!""O başka." Kalktı, çit boyunca yürüdü."Savaşmadan olmaz," dedim, "karşı koymalıyız.""Sizden biri olmadığımı düşün, uzaktan da olsa sesinize, yüzünüze ihtiyacım var, ama sizden biri değilim." Sırtını çite dayadı. "Niçin dersen, bilemem."Kuşların tiz, telaşlı sesleri yükseldi gökte; üstüne uzandığım çimlere gömdüm yanaklarımı. Kafam karmakarışıktı."Her şey eskisi gibi olana dek bir mağarada yaşayacağım." dedi. "Babama söz vermiştim, sağ kalmalıyım.""Düşmanlarına acıyarak mı?""Hangisi daha iyi sence?" dedi. Kalkmamı bekledi."Hiçbir şey bitmez, Zülfü," dedi. "Yalnızlıktan delirsem de bunu yapacağım.""Silahı al bari," dedim."Allahaısmarladık," dedi. Kalktım, kucaklaştık. Duygularını dizginleyemeyen koca adam, dedim kendi kendime, ruhumun bütün sıcaklığıyla seviyorum seni, yolun açık, şansın bol olsun.IVİki saatlik bir tırmanıştan sonra tepeye çıktı Bakır. Dik yamaçtan aşağı indi. Ormanı geçip çıplak sıradağlara vardığında karanlık bastırmıştı. Uzun zaman olmuştu bu dağlara gelmeyeli; kurt ulumaları uzaktan, kuşların çığlıklarına karışıp yüksek tepelerin duvarlarında yankılanıyordu. Korktu. Üstüne uzandı kayanın, heybesini başının altına koydu; gökyüzünde birkaç yıldız seçebildi zayıfça. Bir süre dinlenip devam edecekti yoluna, ama içindeki belirsizliğe denk düşen kasvetli bir hava vardı dağlarda. Kötücül duygularla ağırlaşan geçmiş, şimdi doruktaki savaşı reddetme kararlılığını sarsacak denli güçlüydü. "Sağ kalmalısın oğlum," demişti babası. "Kişi ruhuna kurşun gibi çöken ağırlığını söküp atmalı ölümün. Ölüm nedir ki! Ama savaşlar bilinmezliklerle dolu doğa felaketlerine benzerler. Korkum, tanımadığım, görmediğim biri tarafından öldürülmek. Tut ki, o da benim gibi avlanmayı seviyor, o da benim gibi yoksulluk içinde büyümüş, kim bilir, belki o da sevmediği biriyle evlenmiştir."Tuhaf! Bu konuşmayı çok görmüştü babasına. Sanki onun gibi biri böyle konuşamazdı! Günlerce bu sözlerin çağrışımlarıyla didişip durmuştu.Dağları sarsan bir sesle bir ateş topu yükseldi gökyüzüne. Yüzüstü döndü, başını kollarının arasına aldı. Dağlar ışık saçıyordu, o denli yakın hissetmişti patlamayı.
  • Açıklama
    • Bin Yapraklı Lotus, daha önce İçimizdeki Şato ve İblisname adlı kitaplarını yayınladığımız İnan Çetin'in ilk öykü kitabı. Yayınlandığında ilgiyle karşılanmış bu öyküler, bir yandan İnan Çetin'in sağlam öykücülüğünün ilk örneklerini sergiliyor, bir yandan da ülkesinin, insanının sorunlarını sessizce izleyen ve bunları yazıya aktaran genç bir yazarın kaygılarını işaret ediyor. Bu kitaptaki öyküleri unutamayacaksınız.İnan Çetin'in öyküleri insanı canevinde gören bir derinliğin ürünü; sanırım bu yüzden öykünün bütüncül anlamı yerine, sözcüklerin çoğul anlamlarına dayanıyor. Öykünün bütünü bazen yalnızca kurmacayla oyun oynamaya götürür, onunla yetinir öykücü. Oysa sözcüklerin düzanlamlarının ötesinde görünmeyen anlamlarına, suskuların gizlerine ulaşmaya çalışarak yazmak, insanın derin dünyasına gönderir. Bin Yapraklı Lotus'ta anlamına ve tadına tam varabilmek için yeniden okuma isteği uyandıran öyküler var. SEMİH GÜMÜŞ KİTAPTAN KISA BİR ALINTI:BAKIRISon sesti duyduğu. Bir gök gürlemesi gibi. Bir şimşek gibi öfkeli o sesi hiç unutmadı.II"Bakır! Kerim oğlu Bakır! Yüzü gölgeli, gözleri yaşlı meleğim. Geçti, her şey geçti. Uyan Civanım! Uyan ki, yüreğim intikam hırsıyla zehirlenmesin. Uyan ki, gözlerimden akan yaşlar allara boyanmasın."Eğilip Bakır'ın buz kesmiş yüzünü öptü Şadiye. Sonra, yarı açık göz kapaklarını kapattı Bakır'ın. Kucaklaştı ölümle. Öylece durmuştum. Hiçbir dile gelmez o bakışlarla karşılaşmak... Ne güç!"Kalk Şadiye, kalk güzelim," dedim. İnce, beyaz kolundan tuttum, çekiştirdim. Kalkmadı. Yaralı yavru bir kuş gibi baktı, gözlerindeki ışık büküldü, derin, uzun çizgiler oluştu şakaklarında.IIISavaş sürüyordu, ölü kokardı kan denli ağır ağıtlar. Havadaki nem gibi sinsi korku, ölüm pusuda. Kül rengi saçları okşayan eller kenetlenmiş, gözler sınırsız bir şaşkınlık girdabında. Kırık dökük bir dille söylenenleri yinelemek. Buruk bir soğukluk, küskünlük, usanmışlık ve her ne kadar uzaksa da, umutları besleyen gelecek... Dallardan sarkan meyvelerin altında kül rengi saçların mezarı, birbirimizden gizliyormuşuzcasına iç çekişler. Herkesin benzeşmeye başladığı zamanda, hiçbir değeri olmayan konuşmalar. Allahım, ne günlerdi! Ölçüsüz, savruk sözcükler, dünle yarın arasındaki yaşam, yakarış ve Bakır.İtaat beklemiyordum. Kulak asmasa da olurdu, ama hiç dinlememesine katlanamamıştım. Hiçbir şey değişmeyecekti söylediklerimden ötürü, seziyordum. Var gücümle elmayı duvara fırlatmam ondan kalan bir anı. Başımdan dumanların yükseldiğini görmüş, "Bu şiddet kime? Bana mı, lanet savaşa mı, kendine mi?" demişti. Berbat bir ses, huzursuzluk verici. Ne kadar zaman konuşmadığımızı, göz göze gelmekten ne kadar zaman kaçındığımızı anımsayamıyorum. Rüzgârın uğultusu duyuluyordu yalnız. Olanlarla ilintisiz, kibirli bir öfke çekip götürmek istiyordu beni; karışık ve başına buyruk. Çarçabuk toparlandım; artık öfkeyi bir kenara bırakıp aklı başında bir iki söz söylemek istiyordum. Her şeyi bir düş sanabilirdim, ama iki büklüm oturmuş, bahçenin bitimindeki ceviz ağacına bakıyordu. İri kahverengi gözlerini kısmış, yaşlı bir çocuk gibi."Dinle," dedim, "yılanla kelebeğin hikâyesini anlatacağım sana."Gülümsedi.O zamanlar yılanların kaç yıl yaşadıklarını bilmezdim. Oysa ne çok hikâye dinlemiştim onlarla ilgili."Yılanlar ortalama kaç yıl yaşarlar?" dedim."Bilmem, hiç merak etmedim," dedi.Bir iki kez yutkundum. Baştan savma tavırlarına karşı onu kışkırtacak, ilgisini konuşmama yöneltecek yollar aradım. Yalnızca bu değildi amacım, her fırsatta benimle alay etmesi, üstünlüğünü hissettirmesi gücüme gitmişti. Çocukken onu koruduğum günleri, düşlerimle büyüdüğü zamanları anımsıyordum. Güç olan buydu belki."Yılan bir gün derisini değiştirirken, kelebek onu hayranlıkla izliyormuş," dedim, "kıskanmış. Ben de yenileşmek, ölümsüz olmak isterdim, demiş. Ne kadar yaşıyorsun, diye sormuş yılan. Bir gün, demiş kelebek. Ne güzel, demiş yılan.Şaşırmış kelebek ve uçup gitmiş. Bir yıl sonra, aynı yılan derisini değiştirirken yine bir kelebeğin onu izlediğini görmüş. Bana niçin öyle bakıyorsun, demiş. Uçup gideceğini sanmış, ama kelebek kıpırdamamış yerinden. Yarın artık yokum ben, demiş, senin çaresizliğini görmek yokluğumu kutsuyor.""Ben de babamı öldürenlerin çaresizliğini izlemek istiyorum," dedi.Acımasız bir kahkaha attım. Gerçeğin sonsuzluğa yatkın doğasını değiştireceğini sanan bir budalanın duymak istediklerini seziyordum, ama kolayca söylenecek sözler değildi bunlar. Tanımlayamadığım pek çok duygu gibi denetimsiz, hatta sinsice. İkimiz için de güç bir durumdu. Ben, varlığımı bilincimle ayakta tutmaya çalışırken, Bakır, şeytanca var olmayı reddedip tanrısal küstahlığa saplanmıştı.Babasının öldürülmesinden sonra, kesin inançlar, sadık kalması zorunlu gelenekler, günahlar, sevaplar ya yer değiştirmiş ya da yitmişlerdi. Böyle olduğundan emindim sanki. Hiçliğin ortasında gezinen, gizlice kanına karışan bir zehir yok etmişti karşıtlarını. Korkunç; bir gölge gibi yaşamak! Onu inceledikçe babasından anımsadığım ince, yumuşak çizgileri buluyordum yüzünde. Esmerliğini örten bir korku dolaşıyordu bu çizgilerde.Rahatlatıcı bir şeyler söylemesini bekledim, sabırla. Suskunluğun ardından gelen o haykırışı. Önemsenmenin eteklerine sığınmış iyiliğin fazlalıklarından arınmış Bakır'ı."Zülfü," dedi. Bu dalgın, cılız ses yüzündeki çizgilerden çıktı sandım. Bir yılan gibi tısladı. "Bu savaş bizim savaşımız değil, bizim savaşımız...""Evet, bizim savaşımız...""Bizim savaşımız kendimizle.""Ya Şadiye, o ne olacak?""Aşk bütün bildiklerimi aşıyor," dedi."Öyleyse?..""Kendimden kurtulmalıyım önce."Ne demekti bu? Anlamlı pek çok şeyi bile anlamsızlandıran bu saçma sözler de neyin nesiydi? Bir karıncalanma geçip gitti bedenimden."O ıssız yerde tek başına yaşayarak kendinden kurtulacağını mı sanıyorsun?!""O başka." Kalktı, çit boyunca yürüdü."Savaşmadan olmaz," dedim, "karşı koymalıyız.""Sizden biri olmadığımı düşün, uzaktan da olsa sesinize, yüzünüze ihtiyacım var, ama sizden biri değilim." Sırtını çite dayadı. "Niçin dersen, bilemem."Kuşların tiz, telaşlı sesleri yükseldi gökte; üstüne uzandığım çimlere gömdüm yanaklarımı. Kafam karmakarışıktı."Her şey eskisi gibi olana dek bir mağarada yaşayacağım." dedi. "Babama söz vermiştim, sağ kalmalıyım.""Düşmanlarına acıyarak mı?""Hangisi daha iyi sence?" dedi. Kalkmamı bekledi."Hiçbir şey bitmez, Zülfü," dedi. "Yalnızlıktan delirsem de bunu yapacağım.""Silahı al bari," dedim."Allahaısmarladık," dedi. Kalktım, kucaklaştık. Duygularını dizginleyemeyen koca adam, dedim kendi kendime, ruhumun bütün sıcaklığıyla seviyorum seni, yolun açık, şansın bol olsun.IVİki saatlik bir tırmanıştan sonra tepeye çıktı Bakır. Dik yamaçtan aşağı indi. Ormanı geçip çıplak sıradağlara vardığında karanlık bastırmıştı. Uzun zaman olmuştu bu dağlara gelmeyeli; kurt ulumaları uzaktan, kuşların çığlıklarına karışıp yüksek tepelerin duvarlarında yankılanıyordu. Korktu. Üstüne uzandı kayanın, heybesini başının altına koydu; gökyüzünde birkaç yıldız seçebildi zayıfça. Bir süre dinlenip devam edecekti yoluna, ama içindeki belirsizliğe denk düşen kasvetli bir hava vardı dağlarda. Kötücül duygularla ağırlaşan geçmiş, şimdi doruktaki savaşı reddetme kararlılığını sarsacak denli güçlüydü. "Sağ kalmalısın oğlum," demişti babası. "Kişi ruhuna kurşun gibi çöken ağırlığını söküp atmalı ölümün. Ölüm nedir ki! Ama savaşlar bilinmezliklerle dolu doğa felaketlerine benzerler. Korkum, tanımadığım, görmediğim biri tarafından öldürülmek. Tut ki, o da benim gibi avlanmayı seviyor, o da benim gibi yoksulluk içinde büyümüş, kim bilir, belki o da sevmediği biriyle evlenmiştir."Tuhaf! Bu konuşmayı çok görmüştü babasına. Sanki onun gibi biri böyle konuşamazdı! Günlerce bu sözlerin çağrışımlarıyla didişip durmuştu.Dağları sarsan bir sesle bir ateş topu yükseldi gökyüzüne. Yüzüstü döndü, başını kollarının arasına aldı. Dağlar ışık saçıyordu, o denli yakın hissetmişti patlamayı.
      Stok Kodu
      :
      9789750709586
      Boyut
      :
      12,5x0
      Baskı
      :
      1
      Basım Tarihi
      :
      2008-01
      Kapak Türü
      :
      Erkal Yavi
      Kağıt Türü
      :
      2.Hamur
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat